Çaresizlik, MOHANAD ALELLAM.
ORCID iD https://orcid.org/0000-0003-0446-3419 Çaresizlik… Çaresizlik; başarısızlıktır. Yorgunluk, hayal kırıklığı ve güçsüzlüktür. Hüsrana uğramak, zafiyete düşmek, gevşeklik ve zillettir. Güçsüz hissetmek, kırgınlık ve bitkinliktir. Bir devletin veya toplumun hedeflerine ulaşamaması ya da nüfuzunu kullanamaması çaresizlik olarak kendini gösterir. Çaresizlik, devletlerin ve toplumların çıkarlarını koruyamaması, tehditlerle baş edememesi durumunda belirginleşir. Toplumsal çaresizlik ise, sosyal refahı sağlayamama ve topluma gerekli olan insani kalkınmayı gerçekleştirerek halk için yeterli bir yaşam standardı sunamama anlamına gelir. Çaresizliğin nedenleri, toplumları ve devletleri olumsuz etkileyen birkaç temel faktöre dayanır. Bunlar arasında, yoksulluğu artıran ve sürekliliğini sağlayan politikalar, işsizliğin yaygınlaşması ve halkın yaşam standartlarını yükseltme kapasitesinin azalması yer alır. Bu durum, yeterli ve sürdürülebilir iş imkanlarının sağlanamamasına, bireylerin üretkenliklerinin ve sosyal refahlarının azalmasına yol açar. Ayrıca, eğitim sistemlerinin zayıflığı, yetersiz kaynaklar ve altyapı eksiklikleri çaresizliği besleyen diğer faktörlerdir. Zenginler ve fakirler, kırsal bölgeler ve şehirler, seçkinler ve halk arasındaki büyük sosyal eşitsizlikler de bu çaresizliğin önemli sebeplerindendir. Kültürel çaresizlik, bir toplumun kendi kültürel sınırları içinde kısıtlanarak beklenen hedeflere ulaşamaması anlamına gelir. Bu tür bir çaresizlik, özellikle geleneksel inançlar ve değerlerin egemen olduğu toplumlarda, siyasi, sosyal veya ekonomik kalkınmanın önünde büyük bir engel teşkil edebilir. Küresel değişimlere uyum sağlama veya düşünceleri ve uygulamaları çağın gerekliliklerine uygun şekilde güncelleyememe durumu, toplumların eski geleneklere bağlı kalması ve bu geleneklerin gelişimi engellemesi olarak kendini gösterir. Fikri çaresizlik ise toplumun taleplerini yerine getirmek veya siyasi hedefleri gerçekleştirmekte başarısız olmak manasıma gelir. Fikri çaresizliğin en büyük nedenlerinden biri olan düşünsel donukluk, toplumların, hükümetlerin ya da siyasi grupların aşırıya kaçan veya gerçekçi olmayan fikirlerde ısrar etmeleri durumunda ortaya çıkar. Bu gibi durumlarda, gerçekliğin değişen koşullarına uyum sağlamak veya yeni zorluklarla baş etmek zorlaşır. Radikal düşüncelerin aşırılığı, sosyal kutuplaşmayı teşvik eder ve toplum içindeki farklı gruplar arasında iç çatışmaları artırır. Bu durum, siyasi ve sosyal uzlaşmayı engelleyerek toplumun istikrarını ve kalkınmasını zayıflatır. Siyasi ve sosyal bağlamda düşünsel donukluk da bir tür çaresizliktir. Bu, değişen koşullara uyum sağlayamama ya da farklı bakış açılarını anlayamama olarak kendini gösterir. Esneklik ve uyumun gerekli olduğu bir dünyada, düşünsel donukluk, gerçeklik ile sağlıklı bir etkileşim kurmayı ve başarılı çözümler üretme yeteneğini engeller. Siyasi liderlerde ya da toplumlarda görülen bu donukluk, orta yol bulmayı veya uzlaşma sağlamayı zorlaştırır. Siyasi tıkanıklık, müzakere yapamama veya çatışmaları barışçıl yollarla çözememe nedeniyle siyasi ve sosyal krizlerin derinleşmesine yol açar. Ulusların ve toplumların yaşadığı çaresizliklerin en temel sebeplerinden biri ise dilsel çaresizliktir. Dilsel çaresizlik, bir bireyin ya da toplumun düşüncelerini ve duygularını etkili, açık ve anlaşılır bir şekilde ifade edememesi durumudur. Bu durum, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ortaya çıkabilir. Bireysel çaresizlik, Batı eğitim sistemlerinin rastgele kopyalanıp taklit edilmesi sonucunda, okuma güçlüğü veya düşünceleri düzgün bir şekilde ifade edememe gibi dil sorunlarıyla kendini gösterir. Toplumsal düzeyde dilsel çaresizlik ise, önceki devlet politikalarının bir sonucu olarak sınırlı kelime hazinesine sahip modern bir dilin egemen olmasıyla ortaya çıkar. Bu, farklı dil grupları arasında iletişimin zayıflamasına, derin dilsel anlayışın azalmasına ve düzenli, açık yazı yazma yeteneğinin kaybolmasına neden olur. Dilsel çaresizlik, aynı zamanda, aşırı derecede basitleştirilmiş bir dil kullanımı ve karmaşık düşünceleri uygun şekilde ifade edememe olarak da kendini gösterir. Bu durum, etkili iletişimi ve yaratıcı çözümler geliştirmeyi zorlaştırır. Dilsel çaresizlik, zamanla ana dilin kaybına da yol açabilir, bu da toplumun kültürel kimliğini olumsuz etkiler. Ana dilin öneminin azalması, ona bağlı olan kültürel ve tarihi mirasın da yok olmasına neden olur. Bu, toplumun kimliğinin önemli bir kısmının kaybolmasına, değerlerin zayıflamasına ve bilimsel gelişmelerin gerisinde kalmasına yol açar. Politik ifadede yaşanan çaresizlik, siyasi bütünleşmenin zayıflaması ve çok dilli toplumlarda politik taleplerini ifade edememe gibi sorunlara neden olarak toplumsal gerilimlerin artmasına katkıda bulunur. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki dilsel zenginlik, devletin gücünün devamlılığının temel nedenlerinden biriydi. Osmanlı Türkçesi, devletin resmi dili olarak birçok farklı halkın yerel dilleriyle bir arada var oldu. Bu dilsel çeşitlilik, Osmanlı'nın geniş bir coğrafyada etkisini artırmasına ve çeşitli halkları başarıyla yönetmesine olanak sağladı. Osmanlı Türkçesi, yönetim dili olarak Arapça ve Farsça gibi dillerden birçok kelime almıştı ve bu dilsel zenginlik, devletin elit kesimleri arasında etkili bir iletişim aracı olmasını sağladı. Kültürel ve dini bağlar ise zengin bir kelime haznesine sahip olan Arapça’nın ilim ve din dili oluşu ile sağlanıyordu. Arapça ile bu düzey kuvvetli bağlarının olması Osmanlı devletine müslümanların halifesi olması aracılığıyla meşruiyet kazanmasını temin ediyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun sona ermesinden sonra, Orta Doğu'daki bağımsız devletler, ulusal kimliklerini belirleme ve yerel lehçelere dayalı ulusal dillerini inşa etme konusunda dilsel zorluklarla karşılaştı. Tek bir dilin öne çıkarılması, diğer dillerin göz ardı edilmesine ve dilsel azınlıkların marjinalleşmesine neden olarak iç iletişimi zayıflattı ve sosyal gerilimlere yol açtı. Ayrıca, bu devletler Osmanlı dönemindeki gelişmiş akademik dünyadan koparak, ileri düzeyde eğitim ve kültürel kaynakların eksikliğini yaşadı. Dilsel gelişimin bağımsızlık sonrası duraksaması, bu toplumların küresel enformasyon ile etkileşim kurma kapasitesini sınırlandırdı ve bilimsel ile entelektüel gelişimin geride kalmasına neden oldu. Osmanlı'nın dilsel zenginliği, felsefi, kültürel ve bilimsel düşünceleri aktarabilen karmaşık ve şiirsel ifadelerle doluydu. Ancak bu zenginlik kaybolduğunda ve daha basit kelime hazinesine sahip yeni yerel dillere geçildiğinde, bu toplumların topraklarıyla ve tarihleriyle olan bağları zayıfladı. Kültürel mirasla olan bu bağın kopması, modern ülkelerimizin dilsel çaresizliğin önemli sonuçlarından biridir. Yeni nesiller, bu toplumların kimliğinin bir parçası olan edebi ve düşünsel eserlere ulaşma yeteneğini kaybetmiş ve bu durum devletlerimizin bilimsel, dini ve felsefi miraslarından yararlanma kapasitesini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu dönüşüm, aynı zamanda nesiller arası gerilimlere yol açtı; birçok muhafazakar, dilsel ve kültürel mirasın kaybolmasından dolayı rahatsızlık hissetti. Bu rahatsızlık, onların dünya ile dilsel ve kültürel düzeyde iletişim kurma yeteneklerini zayıflattı. Dilsel kopuş, kültürel ve dini bağların zayıflamasına katkıda bulundu. Osmanlıca ile iletişim kurabilen geniş entelektüel ve dilsel birikime sahip toplumsal tabakalar vardı; ancak modern dönüşümle birlikte bu tabakaların önemi azaldı. Bu, entelektüel elitler sınıfının yeniden şekillenmesine yol açtı; modern dili iyi bilen yeni kesimler egemen hale gelirken, geleneksel gruplar etkilerini kaybetti.